“Sanatımız, gözümüzün gerçekle kamaşmasından
oluşmaktadır: Gerçek, geri geri kaçan ucube maskelere
vuran ışıktan başka bir şey değildir.”
Franz Kafka
On bir kızım var.
Birincisi, uzun boylu, zayıf, narin bir kız, saçları ensesinde, yuvarlak gözlü. Bedenini taşıyan kocaman, kemikli ayakları var. Yere sağlam basıyorlar. Çılgın hayaller kuruyor çoğu zaman. Yalandan. Akıl vermeye kalkışsam dinleyecek beni, ama buna gerek yok ki. Sadece kendine masallar anlatıyor, bunları gerçekleştirme peşinde değil. Sabahlara kadar dans etmek istiyor çılgınca, ama ayakları ancak yere basacak kadar sağlam. Koca ayaklarıyla attığı adımlar, vücudunun narinliğini örtmek istercesine sert ve kararlı. Nasıl dans etsinler ki? Hiç kıvrak değil, bu biraz da benim suçum. Onu ürkütmelerine izin verdim. O da korktuğunu belli etmemek için ayaklarını büyütmek, sert adımlar atmak zorunda kaldı. Hâlbuki ne nazik bacakları, kalçaları var. Kıvrılır da kıvrılırdı, ayakları izin verseydi. Büyüdü ayakları, sertleşti, kurudu topukları, çatladı. Bir ara başkalarının zoruyla denemedi değil, dans etme işini, olmadı, olmuyor. “Ağaç yaşken eğilir,” sözüne nasıl inanılmasın ki? Sever bu sözü kendisi de, bazen yaşından büyük laflar eder. Konuşması düzgündür, güzeldir kızımın. Harika bir ses tonu var, tıslar gibi. Büyülüyor karşısındakini. Gel gör ki, konuşmayı sevmez pek. İçine kapanıktır. Ne zaman açılacak bilemiyorum, yine de umutluyum. Umut, onun ikinci adı zaten. Ben koydum. Birinci adını ona bağırdılar, ikincisini kimseye sormadım, danışmadım. Gözlerine bir baktım ki kızımın, masal peşinde koşturacak o, koca ayaklarıyla hayat boyu. Ve masal umuttur.
İkinci kızım, diğer kızlarımın aksine, erkeksi vücut hatlarına, giyim şekline sahiptir. Pantolondan başka bir şey giymeyen, göğsü tahtadan bir kız. Nasıl olduysa, saçlarını uzatır hep. Ya atkuyruğu yapar ya da salık bırakır uçları kırık uzun, dümdüz saçlarını. Yine de, kız gibi olmayı bir türlü beceremez. Çalışkandır, üşendiği bir iş olduğunu hatırlamıyorum. Fakat içten pazarlıklıdır, sinsidir. Üstelik acemidir bu konuda. Herkese belli eder sonunda, asıl niyetini. Bundan dolayı çevresinde pek sevilmez. Ancak bir süredir kahkahalar duyuluyor onun bulunduğu yerlerden, bir bakıyorum kendisi de gülüyor. Sıcakkanlı olmamasına rağmen, nedense, son günlerde, ona karşı bir sıcaklık duyulduğunu hissediyorum.
Üçüncü kızıma daha çok yakınlık duyarım. Sevimlilikte üstüne yoktur. Hayata karşı çok büyük bir heyecanı var, hareketlidir. Onu izlemek, bana büyük keyif verir. Serçeler gibi koşuşturan, ötüşen, huzurlu, neşeli bir havası vardır. Ona güzel de diyemem, çirkin de. Eli, ayağı, yüzü, gözü düzgündür, ama pek de hoş şeylerle karşılaşmayacak gibidir. Şanssızlığı yüzünden okunur. Şaşkın şaşkın parlayan gözler… Üzerinde bir uğursuzluk, neye elini atsa, nereye yönelse orayı kurutur. Bunun için zaman zaman tüm sülalesini suçlar, haksız da değildir. Dededen toruna geçen uğursuzluğun, tüm soyumuza yayıldığı çevrede konuşuluyor. Konuşulanların doğruluğuna tanık olan yok henüz. Bu gidişle, onun sayesinde tanık olunacak gibi.
Dördüncü kızım, kendini zora sokacak her şartı elleriyle hazırlamakta ustadır. Karşılaşacağı durumların vahametinden haberi yok gibidir. Bunu anlamaktan da acizdir. Saflığıyla gururlanır. Kendini koruyamadan başkalarını koruma, kahraman olma ve bu biçimde kendini kanıtlama derdindedir. Özellikle, yaşça ondan küçük olanlar, ona güvenir, onu severler. Büyük olanlar olgunluklarından, durumun az çok farkındadır. Yaşama karşı çocukça bir hevestir onunki. Çocuklarla daha da şenlenir. Etli dudaklarını kırmızıya boyar, ona güvenen her çocuğun alnına bir öpücük kondurur. Oturur, onların büyümelerini izler. Başlarına bir şey gelmemesi için yanlarında nöbet tutar. Öptüğü çocuklar gibi, aferinler duymak, tebrik edilmek ister. Bunun kızıma yapılamayacağını düşünüyorum. Hem aferinlik yaşı çoktan geçtiği hem de aşırı duygusallığı bir kenara bırakıp, hiçbir başarı gösteremediği için.
Beşinci kızım, dürüst fakat uyumsuz, asi bir kızın tekidir. O kadar asileşti ki, ne kendisiyle konuşabiliyorum ne de ona dokunabiliyorum. Huysuz bir tay oldu çıktı. Ona güvenirim. Kimseyi yarı yolda bırakmaz, ne yapar ne eder, her şartta savaşır. Çok açık sözlüdür, gereksizce. Sert konuşur, döver gibi. Kaşları hep çatık, yüzü asıktır. Oysaki bir gülümseyebilse, çok yumuşak yüz hatlarına sahip. Gülümsediği zaman yüzünün, dudaklarının, dişlerinin güzelliğiyle insanlara yaptıramayacağı şey yok gibidir. Fakat gülümsemeyi korkaklık sayar. Onun yaptığı cesurca mıdır? Aslına bakılırsa, gerçekten cesurcadır. Çoğu kimsenin hiç umursamayacağı şeyler için, kendini yerden yere atar, soğuk betonlarda uyuyakalır, hastalanır. Sanki ne erkek ne de kızdır. O da zaten ne olduğunu pek bilemez. Edindiği birkaç kız arkadaşı, hastalanıp durmasından, onu terk etti şimdilerde. Çevresinde, asiliğinin tadına bakmak isteyen birkaç erkek arkadaşı kaldı yalnızca. Bu erkeklerden arkadaş olmayacağını biliyor, fakat yine de, arkadaşlık ediyor onlarla. Onları anlıyormuş gibi yapıp, dost yönlerini ortaya çıkarmaya çalışıyor. Nasıl gereksiz bir çaba… Kendini hasta etmesine kızıyorum. Hasta edişler, diğer hastalıklıları yanına çağırıyor.
Altıncı kızım, kızlarımın içinde hayata karşı en amaçlı, en planlı göründüğü ve sanıldığı hâlde, oradan oraya en çok savrulandır. Sabah erkenden yollara düşer. Fırından aldığı sıcak poğaçasını aceleyle yer. Eskiciden aldığı bir deri ceketi vardır sırtında. Kendi kendine yeter. Benden para istediği olmamıştır. Sağlığı yerindedir, yanakları her zaman al aldır. Kendine güveni tamdır. Onunla çok ilgili değilim. Aramızda böyle bir ilişki gelişti. Ona güveniyormuş gibi yapıyorum, o da her şeyin üstesinden kendi başına gelebiliyormuş gibi davranıyor. Korkarım ki, bu imkânsız. Ne ben ona güvenecek kadar onu tanıyorum ne de o her şeyin üstesinden gelebilecek kadar büyüdü. Gelecekte bununla yüzleşmek zorunda kalacağız. Sorumsuzluğun, amaçsızlığın faturası, hem ona hem de bana çıkacak. İşte o gün, yerin dibine geçeceğim. Bunu bilmeme rağmen, şu anda bu durumdan kurtulmak için hiçbir şey yapamadığım gibi, o anda geçmişe dönebilecek olsam da hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimi bileceğim.
Yedinci kızım, sürekli evlilik planları yapar durur, ama evliliğe dair en ufak bir fikri ve isteği yoktur. Kötü bir niyeti de yoktur. Sadece, kendi kurduğu yuvaya sahip olmanın özlemini çeker. Bir aileyi kurup yönetme fikri onu cezp eder, aklı fikri çevreye uyumlu görünmektedir. Böylece toplumun içine iyice karışıp, dikkat çekmeden, sivrilmeden yaşayabilecektir. Bu, zararlı bir davranış gibi görünmese de, gerçekleştiğinde kızımın mutlu olacağından şüpheliyim. Kendisinin yönetmediği eve bile, düzenli olarak, uzun süre girip çıkmakta zorlanan çıtı pıtı, çelimsiz kız, koskoca bir evi tek başına yönetemeyecek, ağlaya ağlaya, yine benim kucağıma dönecektir.
Sekizinci kızım, yedinci kızımın aksine, büyülenmiş bir hâlde, hayatının odak noktasını evlilik yapmıştır. Evlenince yapacağı yemekleri, şimdiden öğrenmeye çalışır. Sağa sola sayfalarına yemek tarifleri karalanmış defterler atılmıştır. Onlarca yemeğin yapılışını, sırasıyla dener. Elleri, parmakları soğanla ovulmuş gibi kokar. Yerlere düşen yumurta kabukları, ayak tabanlarına batar. Başlar, yerleri silmeye. İleride neler giyeceğini, nasıl konuşacağını, nasıl oturup kalkacağını düşünür. Aynanın karşısında saatlerce kalır, kendini inceler. Yüzünde hiçbir kırışıklık oluşmamasına defalarca şükreder. Onun yaşında böyle bir şeyin olamayacağını unutmuştur. Saçlarını tararken, ellerinin kokusu burnuna geldiğindeyse tiksinir. Tiksintiden gözleri dolar, yaşarır. Hemen banyoya koşar, ellerini yıkamaya koyulur. Avuçları kıpkırmızı oluncaya, derileri soyulana kadar, defalarca sabunlar ellerini. Ayakları alışsın diye, evde giydiği, çarpık bacaklarını sımsıkı saran siyah, uzun topuklu çizmeleriyle tüm gün, saya saya adımlar atar. Geceleri erkenden, yorgunluktan uyuyakalır. Eğer düşündüklerini gerçekleştirirse, en az dört çocuk doğurabileceğini sanıyorum.
Dokuzuncu kızım, çok iyi kalpli, ama çok da bencil ve kurnazdır. İyi kalbinden kendine de, başkalarına da hep acır. Acıya acıya bencilleşir, kendini de, başkalarını da kapana kıstırır. Sonra, o kapandan kurtuluş yolarını arar, durur. Kurnazlığıyla, asıl sebebin kendi olduğunu hissettirmeden, her şeyi tekrar yoluna sokuverir. Sonunda kârlı çıkan hep kendidir. Ona güvenmiyorum. Aile içindeki hiç kimseye benzetemiyorum onu. Bu onu özel yapıyor, ama hoşlanmayacağım özelliklere sahip. Dıştan bakıldığında sessiz, sakin, eğitimli, kibar, pek dikkat çekmeyen bir kız, ama yengeç yürüyüşü her şeyi ele veriyor. O yürüyüşünün peşine akranı sayılmayacak birkaç kadın düşmüş. Onu takipteler. Ardı sıra, kızıma iltifat yağdırıyorlar. Başlarda tersi olduğu hâlde, artık, kendisi de peşindeki kadınlardan hoşlanmıyor. Kızımın bu kadınların yanında, zaman zaman sudan çıkmış balığa dönmesine rağmen, onlardan kurtulamaması, ona güvenmemem gerektiğini bir kez daha gösteriyor bana.
Onuncu kızım, içlerinde en çılgın olanıdır. Öyle bir çılgınlık ki, kendine değer vermemeye kadar gelir, dayanır en sonunda. Aklına ne gelirse uygular. Sonuna kadar, hem de yanlış olduğunu bile bile. İnatçı mıdır? Değildir, ama açtır. Açlığını sergileyen kararsız bakışları vardır, bir de kocaman memeleri ve iri kalçası. Maalesef, her şeyi deneyecek ve kendini bitirene kadar bunu sürdürecektir. Bazen, sırf bana acı çektirmek için bunları yaptığını düşünüyorum. Sonra, kendisinin çektiği acıyı görünce, benimki, yanında hiç kalıyor.
On birinci kızım, yaşı genç olmasına rağmen ölümü sorgular, durur. Göz kamaştıracak kadar güzel ve sağlıklıdır da üstelik. Tazecik teni pırıl pırıldır, uzun, güçlü bacakları vardır, tüm gözler hep ondadır. Kızlarımın en kültürlüsüdür, en çok okuyup yazanı, en çok gezip dolaşanı, insanlara en yakın olanıdır. Ama o aklını ölümle bozmuş. Kültürü de hayata ölüm gözüyle bakmasını engellemez. Uyuduğu zaman çok mutludur. Çünkü ölüme en yakın olduğu an, o anlardır. En çok ona sormak istiyorum: “Neden acı çekiyorsun? Bunca şey biliyorsun ve daha çok öğrenmeye de açıksın. Omuzlarında nasıl bir yük taşıyorsun ki kambur duruyorsun? Sana ağır gelen koca bir boşluk, o boşluğu ölümle doldurdun. Uzatsam elimi, sana yardım edemez miyim?” “Hangi kızına yardım edebildin?” diyecek belli ki. Belki de, artık, zamanı geldi. Ne de olsa ana yüreği.
İşte size on bir kız.
İlknur Güneylioğlu / On Bir Kız / Geceyi Geçerken / Etki Yayınları / S.44*
*Kitaba ulaşmak için aşağıdaki bağlantılara tıklayınız:
İdefix / Geceyi Geçerken
D&R / Geceyi Geçerken
Kırmız Kedi Kitabevi / Geceyi Geçerken
İdefix / Geceyi Geçerken
D&R / Geceyi Geçerken
Kırmız Kedi Kitabevi / Geceyi Geçerken
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.